Latest Movie :

Atam

Atam
http://bilgi-bedava.blogspot.com/2010/09/bilimin-acklayamadg-kesifler.html
Recent Movies

Kavgada Kendini Savunma



Eğer dövüş sporları ile uğraşan kişilere birisi onlara saldırırsa ne yapacaklarını sorarsak genellikle alacağımız cevap "tekme tokat girerim" olur. Buna cevabımı önceki kısımda verdim aslında, tekme tokat girmek sizden daha çelimsiz kişilerde işe yarar, ve o kişiler de genelde size zaten bulaşmazlar. Yani, tekme-tokat etkili bir kendini savunma yöntemi değildir. Önce neyin etkili olduğuna bakalım, sonra dövüş sporlarını inceleyelim.
FİZİKSEL MÜCADALEDE ETKİLİLİK
Bana göre, fiziksel mücadelede etkili olabilmek, kendimize avantaj yaratmaya bağlıdır.
Örneğin, iki kişi bir kol mesafesinden biraz kısa mesafede yüzyüze ayakta dursun. Dövüşmeye başlayınca kim kazanır? Büyük ihtimalle daha iri olan. Ayrıca, vuruş konusunda tecrübeli değilseniz, ve belirli bir gücünüz ve tekniğiniz yoksa, darbelerinizin karşınızdaki kişide herhangi bir etkisi olmayacaktır (50 kiloluk birisinin 90 kiloluk birisine vurarak ona zarar vermesi çok ihtimal dışıdır).
Ancak atlanan SÜPER önemli bir nokta var: demin bahsettiğim pozisyonda dövüşmek zorunda değilsiniz. Avantaj yaratmaktan da kastettiğim bu.
Fiziksel mücadelede 3 türlü avantaj yaratabilirsiniz kendinize:
1. Rakibinizin etkili alanının dışında olmak. Etkili alan, omuz genişliğiniz ve yumruk mesafenizle belirlenen alandır. Bu alanın içerisinde vurmak ve savunmak kolaydır (deminki yüzyüze durma örneğini hatırlayın). Ancak eğer rakibinizin bu alanının dışına çıkıp rakibi kendi etkili alanınızın içinde tutabilirseniz, avantajınız olur. Bunu yaratmak için tek gereken yana doğru bir adımdır. Size karşı tek elini kullanabilir ve güç toplamak için mesafe olmadığından çok hafif vuruşlar yapabilir. Ama sizin iki el ve ayağınızı kullanmanız mümkündür.
2. Siz ayaktayken rakibinizin duruşunun bozulması veya yere düşmesi. Yine, 90 kiloluk vatandaş yerdeyse ve siz onun kafasının yanındaysanız, onun cüssesi çok önemli olmayacaktır (kafasına tekme atabilir veya boynuna basabilirsiniz mesela). Ayrıca, birden fazla kişiyle mücadele ediyorsanız, en azından birisi yerden kalkana kadar zaman kazanırsınız. Benzer biçimde, dizleri üstünde veya öne eğilmiş olması da bizim için avantajdır.
3. Rakibinizin hareketlerini kısıtlayacak biçimde tutuyor olmanız da bir avantajdır. Mesela, karşınızdakinin elini yukarı doğru bükerken geriye doğru bir adım atmak, sizi onun vuramayacağı bir konuma sokar. Sizin tek kolunuz meşgulken ikinci bir kişiyle mücadele edecek fırsatınız olur. Ayrıca, eğer arkadan yakalayabilirseniz, bu kişiyi diğer rakiplerinizle aranıza alarak kendinizi koruyabilirsiniz.
Ancak, tüm bunları yapabilmeniz (ki bunların hiçbiri zor değil) rakibinizin etkili alanını (başka bir ifadeyle gardını) GEÇEBİLMENİZE bağlıdır. Doğrudan yandan veya arkadan yaklaşıyorsanız siz savunan değil saldıransınızdır mantıken :)) Bunun da iki yöntemi var: blok-adım-hareket kombinasyonu ve vücudunuzu kullanmak (doğrudan rakibin üzerine zıplayarak, omuz atarak, vb yere yıkmak).
Söylediklerimi fiziksel bir örnekle anlatayım. Önce kendinize gönüllü bir partner bulun (canını yakmayacaksınız tabi ki!). Karşılıklı dururken, onun sağ elini sol elinizle tutun. Aşağı ve ileri (onun vücuduna doğru) itin. Sağ ayağınızı yandan dolaştırıp onun sol dizkapağının iç tarafından aşağı ve geriye doğru bastırın. Şimdi, elinizdeki kolunu onun gerisine doğru bükün. Diğer elinizi onun dirseğinin altından geçirip diğer kolunuzu tutun. (Şekille anlatması çok daha kolay bunu). Bu pozisyonda, onun cüssesi ne olursa olsun size saldırma şansı yoktur. Tüm vücut ağırlığınız onun tek diz eklemine binmiştir ve iki kolunuz tek bir kolunu tutmaktadır. Ayrıca, bu hareket ona zarar vermeden onu etkisiz hale getirir. Etkili savunma, bence böyle birşey: güç gerektirmiyor, öğrenmesi kolay, zarar vermiyor, ve rakibi etkisiz hale getiriyor.


NETİCE OLARAK
Etkili biçimde kendinizi savunabilmek istiyorsanız:
Yumruk yumruğa mücadele öğrenin (tavsiyem wing chun'dur)
Hem vuruş hem tutuşlar içeren bir stil öğrenin (hapkido veya jiu-jitsu olabilir). Bunlardan birisi öğrenme imkanı yoksa güreş veya judo gibi sadece tutuşa dayanan birşey de öğrenebilirsiniz. Ancak, bu durumda bu sporları yumruklaşma bile birleştirebilmek için biraz kafa patlatmak ve pratik yapmak gerekecektir.
Serbest pratik yapabileceğiniz bir ortam bulun (şimdilerde fight club/MMA türü şeyler yaygınlaşıyor. Ama bunlara ulaşamıyorsanız en azından farklı sporları yapan kişilerle serbest çalışmayı deneyin).
Son olarak da, Helio Gracie der ki "Yaşlı gibi dövüşmek gerekir, çünkü bir gün yaşlanacaksınız".

FIKRA d:

                           Boşuna Kendini Yorma
Temel bir sabah parkta yürürken bir adam görmüş. Adam yer de mekik çekiyor, Temel adama yaklaşmış, bir sağına geçmiş bakmış, bir soluna geçmiş bakmış, bir arkasına geçmiş bakmış, sonra durmuş
- Hemşerim demiş, Karı kaçmış , karı kaçmış. Boşuna kendini yorma ....


                      Bir şey olmaz
Bir gün okulda küçük bir kız öğrenci öğretmenine sorar:
-Öğretmenim annem hamile kalabilir mi?
-Evet kalabilir.
küçük kız: Peki anneannem hamile kalabilir mi?
-O biraz yaşlı olduğundan kalamayabilir.
Küçük kız: Peki ben kalabilir miyim?
-(öğretmen gülerek) sen de çok küçüksün kalamazsın. der
ve o sırada arka sıralardan küçük bir erkek öğrencinin sesi duyulur.
-Bak ben sana bişey olmaz dememişmiydim...
:D:D



Yumurta
İki horoz mutfağa girerler. Etrafa meraklı gözlerle bakarlarken tezgahın üzerinde bir yemek kitabı görürler. Kitabın üzerinde : "Yumurta yapmanın 100 yolu" yazmaktadır. Biri digerini dürter ve der ki :
-Olum bak lan seks kitabı bulduk alaaaaaaa ...

Mumya Nasıl Yapılır

I. Ölünün vücudu şarap ve baharatla yıkanır. Tüm parçalar çürümeden kaldırılır. Mumyalamayı yapan ilk önce uzun bir çengel kullanarak dikkatlice beyni çıkartır. Sonra karından derince bir şekilde içeriye doğru keserler ve iç organları dışarı alırlar ( Mide, karaciğer, akciğer ve bağırsaklar).

II. Vücut, sağlam kurutulmuş tuzun benzeri olan niton'un paketiyle beraber doldurulur. Sonra vücut natron ile beraber tamamen örtülür ve eğik biçimde yerleştirilir. Böylece vücudun içerisindeki tüm sıvılar dısarıya akar. Vücut kuru halde mumyalanmış olmalıdır, çıkan tüm parçalar da sonra yanına gömülür.

III. Vücut kurutulurken, iç organlar da kuru olmalıdır ve natronla beraber saklanır. Onlar keten kumaşın şeritiyle sarılır ve minik tabutun içine yerleştirilir. Sonra 4 bölmeli bir sandığa konulur.

IV. Vücut 40 gün sonra tamamen kurur ve büzülmüş olur. Vücut boşluğu içinden kaldırılır ve vücudun içi ve dışı yağ ve güzel kokulu baharatlarla yıkanır.

V. Mumyanın bası ve vücudu yağın içindeki keten kumaşla sımsıkı paketlenir, böylelikle Mısırlılar mumyaladıkları kisinin hayattaki halini yeniden elde etmek isterler.Mumya altın, kolye, yüzük, bilezik ve mücevheratlarla birlikte kapatılırdı.

VI. Tüm vücut kefen, kenarlık ve keten kumaşın şeridiyle örtülür. Mumya orijinal büyüklüğüne ve hacmine dönene kadar yapılır. Bu çok karışık bir iştir ve bir hafta gibi uzun bir zaman alır. Küçük esrarengiz nesneler keten örtü tabakasının altına yerleştirilir.

VII. Örtmeyi bitirdikten sonra, mumyanın basşı ruhunu tanıyana emin olana kadar bir portre maskesiyle örtülür. Maskelenmis mumya, yaldızlanmıs tahta tabutun içine yerleştirilir ve sarcophagus'un içine konur.

Turna Balığı Nasıl Tutulur

Gölde yaşayan bir balık olup 1 metre ile 20 kilogram arasında değişen ölçülere sahip olup canlı veya ölü yem ile yakalanacağı gibi rap ala ve kaşık ile de kamış kullanılarak yakalanabilir. Orta boy tatlı su balığı alınır ve üçlü iğne anüs kısmına kuyruğa bitişik takılıp oltanın devamında bulunan ağız iğnesi de ağza kilitlenir, yalnız bu işlemi yaparken ölü balığın ağız içine ağırlık koymak dibe iniş anında balığa canlı havası verir. Diğer bir olta çeşidi de misina anüsten geçirilip ağız kısmından dışarı çıkarılır ve çekilen misinanın anüs kısmında bulunan tek iğne ölü balığa anüse yakın zabdedilir. Canlı yem kullanma şansınız var ise üçlü iğnemizi balığın yüzgeç üstüne iki kancası takılıp kuyruk kısmına kadar gerilen misina sicim ile balığın gövdesine bağlanır canlı olan balık düz bir şekilde yüzer ve turna yakalamanız daha garanti olur. Ölü yemde ise unutulmaması gereken atıp çekme yöntemidir.

Karınca Hakkında Bilgiler


















İtalyan haber ajansı ANSA’da yer alan habere göre ilginç özellikleriyle insanları şaşkına çeviren karıncaların yuvalarını korumak için intihat etikleri ortaya çıktı. Mark Moffett adındaki bir etolog  Adventures Among Ants adlı kitabında bir işçi karıncanın “istilacı” bir karıncayı durdurmak için nasıl kendini öldürdüğünü anlatmış.
Silindir karıncaların yuva yaptığı bir ağacın altına bir parça bal koyan Moffett, hazırladığı tuzağın etkisi altında kalan değişik türde karıncaların yuvaya gelişini gözlemlemiş.
Moffet, bu sırada, silindir karıncalardan birinin yabancı bir karıncayı durdurmak için yaptığı eyleme de şahit olmuş. Among Ants Kitabına göre, yabancı karıncanın tam onu geçmeye çalıştığı sırada kendini parçalayan silindir karınca, bu şekilde sarımsı bir toksik madde salarak düşmanını anında öldürmeyi başarmış.
Eğer karıncalar hakkındaki bu haber sizi kesmediyse, bence, sonuna kadar bu yazıyı okumaya devam edin.
Karıncalar 100 milyon seneden daha fazla dünyada yaşamaktadır ve gezegenin her yerine yayılmış durumdadırlar.
Dünyanın bilinen en yaşlı karıncası bir amberin içinde korunmuş şekilde bulunmuştur. Adı Sphecomyrma freyi’dir. (Geleneksel teoriye göre, İnsanoğlu yaklaşık 30 bin ila 50 bin yıl önce evrim geçirmiştir.)
Bugün yaşayan tüm karıncaların toplam ağırlığı, yaşayan tüm insanların ağırlığından daha fazladır.
Dünya üzerinde 35 bin karınca türü mevcuttur.
 
Karıncalar kendi vücut ağırlıklarının 20 katını kaldırabilirler. (35 kg. ağırlığındaki 10 yaşında bir çocuğun bir karıncayla boy ölçüşebilmek için 700 kg. kaldırması gerekir.)
Çoğu karınca türü sıcak iklimlerde yaşar.
Yaklaşık 9.500 karınca türü bilinmektedir. Bilim adamları bunun yaklaşık iki katının henüz keşfedilmeyi beklediğine inanmaktadır.
Bir karıncanın ortalama ömrü 45 ila 60 gündür.
Tüm böcekler arasında en büyük beyin karıncanınkidir. (Bizim sonsuz fikirlere sahip büyük insan beynimiz aslında memeliler arasında en büyük beyin değildir. Örneğin, bir balinanın beyni insan beyninin altı katıdır.)
Bir karıncanın beyninde yaklaşık 250 bin beyin hücresi bulunur. (Bir insanın beyninde 10 bin milyon beyin hücresi mevcuttur. Dolayısıyla, 40 bin karıncalık bir koloninin toplam beyin hücresi toplamı bir insanınkine denktir. )
Bazı karıncalar günde yedi saat uyur. (Normal bir insan günde ortalama sekiz saat uyur.)
Bir karıncanın dışı sert kabuktandır, buna dış iskelet adı da verilir. (İnsanların ve başka bazı hayvanların iç iskeleti vardır.)
En büyük karıncanın uzunluğu 2,54 santimdir. ‘Pekin-Çin’de 2.40’lık bir adam dünyanın en uzun boylu insanı olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiştir.)
En küçük karınca bir milimin onda biri uzunluğundadır.
Bir karınca kolonisinin nüfusu yüz binlerden milyarlara varabilir. (Dünyanın en kalabalık nüfusu toplam 1.306,313.812 insanla Çin’dedir.)
Karıncalar sadece dokunmak değil, koku almak için de antenlerini kullanırlar.
Karıncanın karnında iki mide vardır. Bir mide yiyeceği kendi için saklar; diğeri ise diğer karıncalarla paylaşılacak yiyecekleri depolar.
Karıncaların akciğeri yoktur. Oksijen vücutlarına tüm bedene yayılmış küçük deliklerden girer; karbondioksit de aynı deliklerden çıkar.
 
Tüm böcekler gibi, karıncaların da altı bacağı vardır.
Karıncalar gri, kırmızı, kahverengi, sarı, mavi ya da mor olabilirler.
Karıncanın vücudu üç bölümden oluşur: Kafa, gövde, ve metasoma (kuyruk kısmı).
Karıncalar koloni denen büyük gruplar hâlinde yaşarlar. Her karıncanın kolonide belirli bir görevi vardır.
İşçi karıncalar yuvadan çöpü alıp, dışarıya, özel çöplüğe taşımakla görevlidirler.
İşçi karıncalar dişidir. Koloninin çoğunluğunu dişi karıncalar oluşturur.
Köle-Yapıcı karıncalar başka karıncaların yuvalarına saldırır ve yumurtalarını çalar. Bu yumurtalar kırılıp, yavru karıncalar çıktığında kolonide köle olarak çalışırlar. 
 
Kraliçe karıncaların doğduklarında kanatları vardır. Başka koloniler kurmak için uçup giderler; sonra kanatları düşer.
Kraliçe karınca 15 yıla kadar yaşayabilir ve bir kez eşlemesi gerekir.
Her karınca kolonisinin en az bir, bazen de birden fazla Kraliçe’si vardır.
Ahşap karıncaları önemli yırtıcı böceklerdir ve geniş bir koloni oldukları takdirde günde binlerce böcek toplayabilirler.
 
Ahşap karıncaları düşmanını ağzını açarak tehdit edebilir.
 
Normal şartlarda, Marangoz karıncalar canlı ya da ölü ağaçlarda yuva yapıp, kütükleri ya da ağaç gövdelerini çürütürler. Öte yandan, yuvalarını evlere, telefon direklerine ve diğer insan elinden çıkma ahşap yapılara da yapabilirler.
Yaprak-kesen karıncalar yağmur yağarken yaprak kesmezler, ve keserken şiddetli yağmura maruz kalırlarsa, yaprakları genellikle yuvanın dışında bırakırlar.
 
Petek karıncaları çorak mevsimlerde hayatta kalmak için kayda değer yöntemler geliştirmişlerdir. Yağmurlar sırasında, bu karıncalar işçilerini su ve nektarla beslerler. Bu işçiler yiyecek fazlasını sindirim sistemlerinin kursak denen bölümünde depolarlar.
 
Karıncaların başlıca düşmanı insanlardır. Yuvalarını ve yaşam ortamlarını yok edip, böcek ilaçlarıyla onları öldürüyor, hatta bazı yerlerde onları yiyor.

Esrarengİz Beyaz Pİramİtler Ve GerÇek TÜrk Tarİhİ

Çin'de saklanan Türk Piramitleri [beyaz piramitler]


İlk insan mumyalama tekniğini mükemmel bir şekilde uygulayanlar Altay Türkleridir.(Mısır medeniyetinden yüzyıllarca önce) Uygur bölgesinde bulunan,Mısır piramitlerinden yüzyıllarca önce yapılan ve Mısır piramitlerinden daha yüksek/büyük olan piramitleri yapan Türklerdir.Çin hükümeti buraya girişi tamamı ile yasaklamıştır.Çünkü bu piramitlerin içinde proto-Türk yazılar mevcut.Arkeologların dahi girişine kati surette izin verilmiyor.Çünkü dünya tarihinin tekrar yazılması gerekebilir.
ORTA ASYADAKİ TÜRK PİRAMİTLERİ

Bugün çin sınırları içerisinde yer alan, xian şehrine 100 km uzaklıkta qin ling shan dağlarında Ön-Türk uygarlıklarından birisi tarafından inşa edilmiş, etrafında irili ufaklı 100 adet piramitle beraber, 300 metre yüksekliğinde bir piramit bulunmaktadır; BEYAZ PİRAMİT
Beyaz Piramit’in ikinci dünya savaşı sırasında çin’e yardım malzemesi götüren bir C-54 uçağından çekilen fotoğrafı 1957 yılında ilk kez life dergisinde yayınlanmıştır.
Bu piramitleri araştırmak üzere 1994 yılında şensi bölgesinde bir araştırma gezisi yapan alman bilim adamı hartwig hausdof kendi koleksiyonundan birkaç resmin halka açılmasına izin vermiştir. hausdorf’a göre piramitlerin yapım tarihi en az M.Ö. 2500’ler civarındadır.
Bölge çin tarafından yasak bölge ilan edilmiş olduğundan dolayı piramitler içerisinde bulunan mısır medeniyetinden çok ileri bir teknikle mumyalanmış olan cesetler ve Ön-Türkçe yazıtlar üzerinde araştırma yapılamamaktadır.

Piramitlerin ebat,orijinal şekil ve büyüklükleri ,dikkat çekmemesi açısından çin hükümeti tarafından maksatlı olarak tahrip ve kamufle edilmiştir.Piramitlerin üst tarafları kesilmiş ve üstleri toprakla doldurulup, kamuflaj amacıyla ağaçlandırılmıştır .

Çin’deki Türk Mumyaları

Ceviz Kabuğu Progamın’a katılan (İzleyici telefonu) Halil Şıvgın (Eski “Sağlık Bakanı” demiş ki:

“1984 yılında ben Çin’i ziyaret ettim, Çin’i ziyaretim sırasında Turfan’a götürdüler. İlk defa Turfan’a giden Türk heyetinin mensubu olmakla da gerçekten gurur duyuyorum. Orada bizi gezdirirken mumya bulduklarını söylediler ve biz mumyaları gördük. O gördüğümüz mumyaların Mısır’daki mumyalardan çok farklı olduğunu ifade ettiler, yani teknoloji olarak, yapımı olarak Mısır’daki mumyaların önünde olduğunu.

Daha sonra aradan yıllar geçti, bir televizyon kanalında bu konun tartışılmakta olduğunu gördüm. Gerçekten bilimsel olarak, gidilmiş, Mısır mumyalarıyla Turfan’daki mumyalar arasında bir kıyaslama yapılıyor. Bu kıyaslamada, Turfan mumyalarının… …Ben orada kadın mumyaları gördüm, çocuk mumyaları gördüm, erkek mumyaları gördükm, fakrlı şeylerden. Ve o sırada, hatta bir tanesinde yeterince koruma yapılmamış, bozulmaya başlamılştı müzede gördük onları.

Bu mumyalardaki üstünlüğü bilim adamları ortaya koymaya başladılar. Bilim adamlarının ortaya koydukları bir gerçek var ki, ilk defa mumya kültürünün Türkler’den geliştiği ortaya çıkıyor. Bundan dolayı da ben şimdi iştirak ediyorum. Yani ben bilim adamı değilim, ama bizim bilim adamlarımınızın bu olayın üzerine ciddiyetle eğilmeleri gerekiyor. Eğer Mısır’daki mumya kültürü olduysa, var idiyse geçmişte, onun etrafında da bir kültürün olması lazım. Mısır’ın etrafında mumya kültürüyle ilgili herhangi bir şey yok. Afrika öbür taraf, bu tarafta da yine böyle bir kültür yok. Dolayısıyla, Orta Asya’dan o bölgeye giden Türkler’in varlığı söz konusu olabilir…”

Ben bir katkıda bulunmak istiyorum bu mumyalar konusunda Urumçi mumyalarını söz konusu etmiştir, tabii ki çok önemli. Bakın, buradaki Urumçi’de teşhir edilen mumyalardan ilk birincisi 44 yaşında ve Milattan önce 1000, yani günümüzden 3000 yıllık. Bir başkası gene 1600, en yaşlı olarak da işte bu “Lolan” denilen bayan mumyası var, Doğum’dan önce 2000 bu, yani 4000. Şimdi en büyük özellii iç organlarının çıkartılmamış olması. Başka ?.. Şu andaki mumyaların durumu Mısır mumyalarına nazaran çok daha iyi olması… İleri teknolojide bir mumyalama sistemi öyledir, uygulanmıştır. Dahası, bir mumyanın üzerinde ameliyat izi var, at kılıyla dikilmiş. Amerika doktorların tespiti, dünyada ilk ameliyat veya operasyonlardan bir tanesi olarak kabul ediliyor. Dahası var; burada kumaş ekose ve boyalı ve Doğum’dan önce 2000′i konuşuyoruz, günüzmüden 4000 sene öncesini konuşuyoruz.

Türk Bilim adamı Kazım MİRŞAN yaptığı araştırmalarda Ön-Türk uygarlıkları tarafından OT-OĞ olarak isimlendirilen Ön-Mısır’a M.Ö 3000 Yıllarında Doğu Anadolu’dan Isub-Ög yazısının gittiğini tespit etmiştir. Kazım MİRŞAN’ın bugüne kadar anlamı çözülemeyen 184 adet mısır hiyeroglifini Ön-Türkçe olarak okumuş olduğu ve mumyalama tekniklerinin yine M.Ö. 3000′li yıllarda Altaylarda geliştirildiği düşünülürse Piramit inşa teknolojisinin Eski Mısır’a Ön-Türk Uygarlıkları tarafından öğretildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tüm İnsanlık tarihini değiştirerek; MEDENİYETİN ASIL YARATICISININ TÜRKLER OLDUĞU SONUCUNU DOĞURAN bu olağanüstü keşif batılı bilim adamları(!) tarafından ısrarla görmezlikten gelinmekte ve insanlığın bilgisinden daha uzun süre saklanması mümkün olmayan bu piramitleri başka bir uygarlığa mal etmeyi amaçlayan maksatlı çalışmalar yapılmaktadır.

KIYAMET SENARYOLARI



















































































































































































































































































































Resim yazısı ekle

Bilimin Açıklayamadığı Keşifler















Yukarıdaki resimde gördüğünüz çekiç bir kum taşı içinde bulunmuştur. Yani Prensibe göre ,bu kum taşı oluşurken çekiç oradaydı. Keşif 1844 yılında Fizikçi David Brewster tarafından yapılmıştır (Kingoodie , Myinfield - İngiltere). İngiliz jeoloji arştırma merkezinden dr. A. W. Med tarafından yapılan analizlerde bu kum taşının yaşının 360 ile 460 milyon yıl olduğu saptanmıştr. Yani çekicinde o kadar eski olması gerekiyor.


 







Tarih öncesi devirlerde yaşamış olan Toxodon 'nun bulunan birkalça kemiği. (Arjantin). Resimde ok ile gösterilen şey ise bir ok veya mızrak ucudur. İnsanın yaşamadığını sandığımız devirde , biri onu avlamış anlaşılan.







Kafaları karıştıran bir şehir daha. Lübnan 'daki Balbek şehri. 20 metreden daha büyük taşlarında kullanıldığı bu antik şehir Roma imparatorluğundanda eski. Hatta Sümerlilerin bilgilerine göre bile burası antik bir şehirdi o zamanlar. Taşların büyüklüğünü göstermek amacyla 2 kişi yapıların arasında dikiliyor. Bugün kimse burasını kimlerin yaptığını ,nasıl yaptığını ,ne amaçla ve ne zaman yaptığını bilemiyor. Modern bilim ise Baalbek 'i görmezlikten gelmeye devam ediyor.
















 Lübnan 'ın Ballbek şehri yakınlarındaki işlenmiş dev kaya blokları. Bu taşlar binlerce yıl öncesinde buraya getirilmişti. Resimde gördüğünüz parça 1050 ton ağırlıkta ve 25 metre uzunluğundadır. Bu " momolit " takma adlı yekpare blok dünya üzerindeki işlenmiş en büyük taş bloktur. Soru şu: Bu taşları kimler ve nasıl buraya getirebilmişti ?

Marduk Gezegeni Keşfedildi

  • Son günlerin en tartışılan konularından Marduk’un keşfedilmesinin 20 yılı aşkın bir tarihi var. Keşfin öyküsü, NASA’nın 1983 yılında ikinci bir güneş sisteminin var olup olmadığını görmek için IRAS isimle uyduyu uzaya göndermesiyle başladı.
  •  Aylar sonra IRAS, Güneş Sisteminden 50 milyar mil uzaklıkta olan devasa bir gezegen keşfetti. Bu şaşırtıcı keşif, 21 Aralık 1983’te Washington Post gazetesinin birinci sayfasına “Gizemli Bir Gök Cismi Keşfedildi” başlığıyla haber oldu.

    Marduk’un IRAS uydusu tarafından keşfedilmesinden 7 sene önce Azeri yazar Zekeriya Sitchin Sümerlilerin binlerce sene önceden kalan tabletlerini okuyarak her 3,600 senede bir Güneş Sistemi’ni ziyaret eden Marduk hakkında “12’nci Gezegen” adlı kitabı yayımlamıştı.
    Sümer yazıtlarına göre, Marduk’un uydularından biri binlerce sene önceki bir ziyarette Tiamat adındaki bir başka gezegene çarparak, bugün Mars ile Jüpiter arasında bulunan Asteroit Kuşağının oluşmasını sağladı.
    Marduk’un dünyadan ilk olarak görülmesi ise 21 Ekim 2003’te Kaliforniya’daki Mount Palomar Gözlemevi’nden 1,22 metre boyundaki Oschin teleskopu ile oldu. Senelerce bu gökcismini gizliden gizliye takip eden Vatikan Astronomi Merkezi, sonunda konuyu ele almak üzere 19 ülkenin bilim adamını bir araya getirdi.
    Marduk astronomlar tarafından 2003-UB-13 olarak adlandırıldı. Marduk hakkında yazılmış en ünlü kitabın sahibi Zecharia Sitchin’e göre gezegenin 7 uydusu bulunuyor.
    Nam-ı diğer Nibiru ve Eris hakkında en ünlü ikinci kitabın yazarı ise Andy Lloyd. Lloyd’a göre Güneş’in ölü ikizi olan Kara Yıldız sistemi, Marduk dâhil olmak üzere 7 gezegen içeriyor. Bu gezegenlerden altıncısı 6 bin sene önce Sümerlilere hayat veren uzaylı Tanrılar olduğu öne sürülen “Annuaki”nin yaşadığı Dünya benzeri bir gezegen.
    Kara Yıldız sisteminin son ve yedinci gezegeni Marduk ise, Lloyd’a göre 7 uydusu ve arkasında kuyruk gibi uzanan uzay enkazı ile bir savaş üssü hatta savaş gemisi görevi görüyor.
    Dünyanın Manyetik Alanları Marduk Gelişi ile Nasıl Etkilenecek?
    Her ne kadar bilim adamları henüz üzerinde tam bir görüş birliğine varmamış olsalar da Marduk’un yaklaşmasının dünya üzerinde de ciddi etkilerinin olabileceği belirtiliyor. Bunların başında ise yerküreyi zararlı ışınlardan korumak gibi hayati bir işlevi de olan manyetik alanın etkilenmesi geliyor.
    Marduk’un manyetik alan üzerinde ciddi bir sapmaya neden olması neticesinde devasa dalgaların oluşmasından, şiddetli depremlerin görülmesinden, volkanların faaliyete geçmesinden ve yıkıcı hortum ile fırtınaların ortaya çıkmasından korkuluyor.
    Bu kadar ciddi sonuçlarının olmasından korkulan bu gökcismini bu kadar yakından takip eden ilk kuşak elbette ki biz değiliz. Mayalar, yarattıkları bir takvimde Marduk’un seyrini ve Güneş Sistemi’ne girişine de yer verdiler.
    Söz konusu bu Haab takviminin sona erdiği gün ise Marduk’un gelişini gösteriyordu. Bu takvimin son günü Gregoryan takviminde yani şu an bizim kullandığımız modern takvimde 21 Aralık 2012’ye denk geliyor.
    Maya’lara göre Haab takviminin sonu ile 5’inci Güneş Dönemi sona erecek ve insanlık 6’ıncı Güneş Dönemine girecek. Bazı uzmanlar, Haab takviminin sona ermesinin dünyanın kendi ve güneş etrafında dönüş süresinin değişeceğini, yani bir başka deyişle bir gün ve bir yılın uzunluklarının değişeceğini savunuyor.
    İŞTE FELAKET SENARYOLARI:
    * Dünyanın Kuzey ve Güney manyetik kutuplarının konumları değişecek,
    * Dünya ekseni 180 ile 240 derece değişerek Güneş’e olan sabit konumunu kaybedecek,
    * Ekvator çizgisinin konumundan sapması ile iklim değişiklikleri baş göstermeye başlayacak,
    * Ortaya çıkan manyetik çekim gücü, erimiş demir haldeki dış çekirdeği yer kabuğuna yakınlaştıracak ve tüm yanardağlar patlama noktasına gelecek.
    * Manyetik titreşimlerin bozulması ile okyanusların altındaki su akıntıları durma noktasına gelecek ve zamanla ısınan-durağanlaşan su, deniz yaşamına imkân vermeyecek,
    * Büyük parçalar halinde erimeye devam eden kutuplar yok olma noktasına gelecek.
    * Dünyanın değişen ekseni ile güneşe tekrar konumlanması ve kuzey manyetik kutbunun Siberya’ya kayması, bugün çöl ve kurak olan alanları su cennetine çevirecek.
    * Kutupların erimesi ile okyanuslara yayılacak tatlı su, ısı-tuz dengesini bozacak ve golfistrm akıntısının durması ile başta Kuzey-Batı Avrupa ve Kuzey-Doğu Amerika olmak üzere birçok coğafyada dondurucu soğuklar baş gösterecek,
    * Yer kabuğu altındaki lav ve yer katmanlarının hareketleri ile depremler görülmeye başlayacak ve şiddetleri ile sayıları Marduk yaklaştıkça artacak.
    İDDİALARA GÖRE GÜN GÜN MARDUK’UN SEYRİ
    Ortaya atılan teorilere göre, Marduk, 21 Aralık 2012’de, yani Haab takviminin son gününde ikinci bir güneş gibi tepemize dikilecek ve Ay ile neredeyse aynı büyüklükte gözükecek.
    * Marduk, Dünya ile iki kere yakınlaşma gösterecek. Bunlardan ilki 7 Eylül 2012’de gerçekleşecek ve bir süre boyunca yaklaşma-uzaklaşma hareketi devam edecek. Son yaklaşma ise 27 Nisan 2013’te olacak.
    * Bir diğer iddiaya göre ise bu yaklaşma hareketi farklı bir takvime göre olacak. Marduk en yıkıcı etkisini sadece 21 Aralık 2012’de göstermeyecek. Çünkü Dünya, 14 Şubat 2013’te Marduk ile Güneş arasına girecek. Araştırmacılara göre en korkunç deprem, sel ve fırtınaların yaşandığı tarih bu gün olacak ve yer kabuğu buruşturulan bir kâğıt gibi bozulacak. Milyarlarca insan hayatını kaybedecek, hayatta kalanlar açlıktan kırılacak. Marduk, Güneş Sistemi’ni 1 Temmuz 2014’te terk edecek ve manyetik alanlar üzerindeki etkisi azalmaya başlayacak.
    * Eğer sanıldığının aksine, Marduk, Mars ile Jüpiter’in değil, Mars ile Dünya arasına girerse, Marduk’un uydularından biri Dünya’ya çarpabilir. Bu durumda Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki döngüsü en az 3 gün duracak. Bir tarafta 3 gün aydınlık, diğer tarafta 3 gün karanlık olacak. Tüm iletişim ve enerji ağı çökecek.
    “HERŞEY GÜZEL OLACAK” DİYEN DE VAR
    Mayalardan kalan bilgiler doğrultusunda Dünya’nın içine gireceği 5’inci Güneş Dönemi’nin tam bir aydınlanma ve barış safhası olacağına inanan insanların sayısı hiç az değil.
    İnternette sayısız sitede gruplaşan insanlar, 2012’de insanlığın uzaylı ırklarla sonunda tanışacağını ve uzayın birçok köşesinden gelen ırklar ile kusursuz bir barış sürecinin başlayacağını düşünüyorlar.
    Diğerleri ise Dünya’nın içine gireceği yüksek titreşim frekansları ile evrenselliğin; bilim, tıp, arkeoloji ve sanatın tavan yapacağı yeni bir rönesans devrinin başlayacağını öngörüyor.

MARDUK gezegeni (kıyamet senaryosu)




23 Aralık 2012'de tam 3600 yıl aradan sonra dünyaya yaklaşacak olan, eski uygarlıkların "Tanrıların Gezegeni" dediği Marduk dünyanın kimyasını değiştirecek. Dünyanın ekseninin değişmesiyle iklim felaketlerinin yaşanacağı iddia edilirken milyarlarca insanın bu felaketten dolayı yaşamını kaybedeceği belirtiliyor. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de olası tehlikeye karşı örgütlenen insanlar
Kapadokya, Edremit gibi merkezlerde kendilerine geleceğin yaşam alanlarını yaratmaya çalışan Mardukçular beklentinin bir kehanet olmadığını, bilimsel verilere dayandığını iddia ediyor.

Bu konu bir çok tartışma programlarında tartışıldı ve hala tam bır sonuc alınmıs degıldır.Bir başka kaynaktan alınan bilgiye gore ise 





KBUS HORTLADI
Marduk teorisi, Burak Eldem isimli eski çağ tarihi meraklısı bir bağımsız araştırmacının yazdığı '2012: Marduk'la Randevu' kitabıyla tekrar hortladı. Marduktan kaçış planı yapan, 700 civarında kişi Marduk cemaati denilebilecek bir grup oluşturdu.  




HEPSİ İYİ EĞİTİMLİ
İyi eğitimli kişilerden oluşan grup, sığınakların nereye yapılacağı, erzakların nasıl saklanacağı gibi konuları belirliyor. Grubun Türkiye ayağı ise, Konya, Nevşehir, Kırşehir, Antalya gibi yerlerde sığınak yapmaya başlamış bile.
  




Marduk nedir?
2012'de Dünya'ya yaklaşacağı iddia edilen Marduk gezegeni felaketi, aslında otoritelerce kesinleşmiş bir bilgi değil. Ancak 1984'te, 'kütlesi Dünya'dan çok daha büyük ve koyu kırmızı renk veren bir gökcisminin Pluton'un yörüngesi dolaylarından sisteme girmekte ve hızla yaklaşmakta olduğu NASA tarafından tespit edilmiş. 






3661 YILDA BİR
Teorilere göre, M.Ö. 3100 yılı civarında yaşayan Maya, Mısır, Sümer Harappa ve Minos gibi eski dünyanın uygarlıklarına ait kayıtlarda ortaya çıkan Marduk, 3661 yılda bir dünyaya yaklaşıyor. Ve her yaklaştığı dönemde doğal felaketleri beraberinde getiriyor.

'Marduk büyük felaketler getirecek'
Bİlkent Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı Bölümü Öğretim Görevlisi olan Halil Özmen, Marduk'tan korunmak için Antalya'ya sığınak yapanlardan. Özmen, Marduk geldiğinde olabilecek çok büyük doğa felaketleri ve bunlardan korunma yöntemlerini şöyle sıralıyor:
Dünya dönüşünün yavaşlaması veya durması:
Önlem: Eğer dev rüzgarlar (örneğin saatte 200 km üzerinde) fırtınalar, kasırgalar veya hortumlar olacaksa, belki bir yeraltı şehrine sığınmak çare olabilir. Örneğin İç Anadolu'da bulunan yeraltı şehirleri gibi.
Deniz sularının yükselmesi, tsunamiler, seller:
Önlem: Deniz seviyesinden yüksekte olmak. Yayla ya da dağ yamacında yaşamak.
Volkanik aktiviteler:
Önlem: Yanardağlardan uzakta olmak.
Depremler
Önlem: Güvenli deprem kuşaklarında bulunmak.
Kuraklıklar:
Önlem: Su kuyusu kazmak.
  

Aya Çıkma Yalanı

Arkadaşlar bu başlık altında Nasa’nın yardımıyla bize verdikleri fotoğrafları inceleyip yorumlayacağız. Oldukça objektif olmaya çalışacağım, çünkü internette bu konuyu araştırdım size iyi bir şekilde sunmak için arkadaşlar sert tavırlar sergilemişler. Haklılar aslında, kandırılmayı kimse istemez. Çünkü resimler gerçekten saçma duruyor. Konuyu tamamıyla okuduktan sonra sizde hak vereceksiniz.





 Nasa, Amerika’nın aya çıktığında yanlarında her hangi bir ışık yayabilecek cihazının olmadığını bildirmişti. Eğer astranotların yanlarında ışık cihazları yoksa ve tek ışık kaynağı güneş ise, bu resimdeki gölgeler nasıl sağa sola yayılmış durumdalar ? Resimde de göründüğü üzere güneş Neil Armstrog’un önünden çarpmaktadır. Fakat bayrağın gölgesine bakarsak güneşin geldiği yöne doğru bir gölge vermiş durumda olduğunu görmekteyiz. Acaba ay üzerine kaç tane güneş ışığı vurmaktadır?



Resime dikkatlice bakarsanız burada bulunan gölgelerinde yanlış pozisyonlara düştüğünü görürsünüz. İşin içinde bir stüdyo çekimi olduğunu anlarsınız.
Ondan ziyada daha çarpıcı bir gerçeğe gelmek gerekirse, bildiğiniz üzere aydaki yer çekimi dünyaya oranla 1/6 kadardır. Yani normal bir insanın ayakkabasının izinin bütünüyle belli olacak şekilde çıkması imkansızdır.




Peki kabul ediyoruz biz yukarıdaki ayak izini kabul ettik. Gerçekten dünyanın 1/6 sına kadar bir yerçekimli ortamda bir insanın ayakkabasının izleri çıkıyor ve çıkmış. Tamamdır. Hani burada Amerika artık aşağı tükürsem sakal yukarı tükürsem bıyık konumunda. Bakın bu resimde gördüğünüz bir Lunar Lander. Çok kuvvetli bir iniş mekanizmasına sahiptir. Dünya’dan yola çıkıp başarılı bir şekilde aya iniş yapmış ve başarılı bir şekilde geri dönmüştür. Bu kadar kuvvetli bir iniş mekanizması toprakta hiç mi iz bırakmadı ? H ve G bölgelerine bakın. Bir ayakkabı ay yüzeyinde iz bırakıyor, ama kuvvetli Lunar Lander toprak bile oynatmıyor. Burada Lunar Lander’ın bir çukur açması gerekmektedir.




Bunlarda Amerika’nın püfür püfür dalgalanan bayrakları. Bildiğiniz gibi ayda atmosfer yok ve rüzgar esmiyor. Ama Amerikan bayrağı püfür püfür dalgalanıyor arkadaşlar. Ve resimlere biraz daha dikkatli bakarsanız çok daha ilginç bir noktayı yakalamış olursunuz. Dediğimiz gibi ayda bir atmosfer yok ve dolayısıyla yıldızların dünyadakine oranla daha da alımlı görünmeleri gerekiyor, fakat nasanın bize verdiği fotoğraflarda yıldız bile yok.
Bu resimde bir sürü yanlışlık var. Sırayla başlayalım.


1-)Öncelikle gökyüzünde yıldız görünmüyor.(bunu söyledik)
2-)Dikkatle incelerseniz Neil Armstrong’un üzerine çarpan ışık kaynağının yani güneşin sağ taraftan vurduğunu görürsünüz. Nasıl oluyorda sağ tarafına vuran ışık neticesiyle sol omzu bu kadar karanlık olurken sağ tarafı bu kadar aydınlık oluyor?
3-)Armstrong’un kaskına iyi bakın arkadaşlar. Orada duran astranot’u göreceksiniz. Güneş Armstrong’a sağdan vururken cama yansıyan astranotun gölgesi nasıl geriye uzanıyor?
4-)Armstrong’un göğsünde duran kameraya bakın, astranotlar resimlerini bu kamera yardımıyla çekiyorlardı. Ve bu fotoğraf karşıdaki astranot tarafından çekilmiştir. Bu durumda Karşıdaki astranotun göğüs hizası Armstrong’un kafa hizasına denk gelmesi gerekmektedir ve Apollo Crew mürattebatında kimsenin boyu bu kadar değildi. Bu fotoğraf yukarı kaldırılarak da çekilmemişti. Eğer öyle olsaydı, bakış açısı böyle olmazdı.
Ben Amerika’nın tüm bu aya çıktığını inandırma hevesinin dünyanın en iyisi olduğunu kanıtlamak için, korkulacak devlet olmayı istedikleri için yaptığına inanıyorum. Zaten günümüze de bakarsanız, şu anda da öyleler. Ve bir kaç soru daha sorup edindiğim bir bilgiyi (ama tam doğruluğunu kanıtlayamayacağım) size söyleyeceğim.
Apollo 11, 20 Temmuz 1969′da Ay yüzeyine iniş yaptı, aya inileli beri 40 yıl olmuş, hatta 40. yıl dönümlerini kutladılar. Peki 40 yıldır bir daha aya neden insan gönderilmedi ? Aya çıkılmış ve bir daha oraya hiç gidilmemiş. İlginç geliyor insana ve edindiğim bilgiye göre Japonya 2020 de aya insan göndermeyi planlıyor! Bakın planlıyor diyorum gidecek demiyorum. Şu an günümüzün teknoloji devi Japonya planlarken Amerika 1969 da bu işi acayip astranot kıyafetleriyle yaptılar. Oradaki -170° ila +150° C sıcaklığı giydikleri kıyafetler ile önlediler ve çektikleri kameralarda bu sıcaklıktan etkilenmedi. O kameraların o sıcaklıkta tuz, buz olması gerekiyor.
Eğer Japonya aya giderse ve Amerika’nın bize sunduğu tezlerden çok farklı şeyler sunarsa, Amerika yerin dibine girecek eminim. Belki hatta Japonya’nın gitmesine izin bile vermeyebilir…


 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. Hiç Bir Bilgi Gereksiz Değildir - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger Template